21 Aralık 2009 Pazartesi

Tanrı Yağmurdadır

Yağmurun şırıltısı..
Rüzgarın fısıltısı..
Bir uğuldama sesi çıkarıyor rüzgar,
Birşey anlatmaya çalışıyor sanki.
...

Uzandığı bankın serinliği tenine işliyordu,yumruk yemişçesine bir ağrı saplandı karnına ardındansa mide bulantısı... Acısını bastırmak istermişçesine ellerini karnına bastırdı. Bir titreme dalgası yaşadı, ama havanın soğukluğundan değildi, içinden gelen bir soğukluk ruhunu donduran...Doğruldu, oturdu. Yağmuru seyredurdu. Önce bir ışık patlaması oldu. Sonra gürledi, kükredi ama korkutmadı bu onu. Adım adım yaklaştı yağmura. Islaklığa bakmak değil onu hissetmek istedi. Arkasına geçmiş onu izliyordum :
- 'gel hadi üşüyeceksin' dedim.
-'birşey olmaz' dedi.
-'ama ıslanıyorsun' dedim.
Dinlemedi...
Ve bir duygu seline kapılmıştı ki, inip kalkan göğüs kafesi..derin nefesler..sonrasında hıçkırışlar...
Gözyaşları yağmura karıştı.
Titrek dudaklarındaysa bir söz :
'' Tanrı yağmurdadır.''

17 Aralık 2009 Perşembe

Direnmek


Yalan söylemek dediğin,
Başka bir gerçeklik yaratmaktır
Gerçeğin içinde
İnanmadıkları.

Hayal kurmak dediğin,
Başka bir yalan yaratmaktır aklında,
Gerçeğin içinde
Yürekten inandığın.

Direnmek dediğin,
Yalandan ibaret gerçeklere
Hayal kurdurmaktır.
Dik durmak gibi sonsuz uzayın içinde,
Bir yokluk vaat eden hayalci göklere
"Hayır."
Demektir.

Korku

Evrenin bir ucundan öbür ucuna kadar.
Sonsuzluğun sana hissettirdiği çaresizliğin içinde.
Kaybolmanın eşiğinde.
Tanıdık varlıkların, yüzlerin peşinde.
Paralel evrenlerin arkasında, Tanrı'nın gözlerinde.
Ellerinde, aklında ve içinde.
Her şeyin unutulduğu vakitler.
Kim? Ne? Ne zaman?
Sorular, sebepler, cevaplar.
Uzanan yollar,
Evrenin bir ucundan öbür ucuna kadar.
Duran kalpler.
Atan kalpler.
Onlar.
Bizler.
Yer edinmek kendine.
Bulmak kendini.
Kendini kandırmak,
Benim gibi.
Korkmak deli gibi.
Kaybolana kadar sınırların içinde
Evrenin başlangıcından sonuna kadar.

28 Kasım 2009 Cumartesi

4 Satırla 24 Hayat... Bir

4 Satırla 24 Hayat
Bir
-1-
Yazdığı her kelimeyi sildi. Yine. Ekran bomboştu. Ellerini saçları arasında gezdirdi, hafifçe öksürdü.
"James?"
"Öyle biri burada yaşamıyor artık."
***
-2-
Cama yağmur damlaları vuruyordu sertçe. Saat geceyarısını vuruyordu. Çanın her vuruşunda onun ve diğerleri gibilerinin suratlarını hatırladı... Suratlar! Suratlar! Suratlar! "Bir an ve bütün gözler boş bakar."
Şimdi boş boş ağlasın o. Bırak.
***
-3-
"O asla senin olmayacak."
"Senin de."
"İşe yaramıyor."
"Biliyorum... Ne yazık ki biliyorum."
***
-4-
Şehir hayatının acımasızlığını ne zaman unutabilirsin?
Unutamazsın. Gazeteler, televizyon... Bu gerçeği sana durmaksızın hatılatır.
Ama ona başka bir gözle bakabilirsin. Bu şehri gör başkasının gözlerinden. Bak. Masumiyeti,
parlak şehir ışıklarında gizlidir.
***
-5-
"Boşuna çabalıyoruz. Gerçekten. Söyler misin, romanlara konu olan kaç tane aşk gerçekten yaşanmıştır? Bence hiçbiri. Çünkü istediği kadar gerçek olsun, bir kere o hayal dünyasına taşıdın mı bunu... Gerçekler bile başka bir okuyucunun zihninde... Hayal olur."
***
-6-
Gülümsüyordu!
Hayatında ilk defa suratına bir gülümseme yayılmıştı.
Bir martı, bir küçük aptal martı! Bir martı, bu mahlukatı hayata döndürmeyi başarmıştı.
O, gülümsüyordu!
***
-7-
Karanlık. Yok. Işık. Nerede. Işık. Karanlık.
Elleri deli gibi geziniyordu duvarlarda. Bir korku dalgası sarıyordu tüm vücudunu. Kan dolaşmıyordu damarlarında artık. Bulmalıydı. Hemen. Şimdi.
Işık. Yok. Işık. Yok. Lazım. Işık.
***
-8-
"Ve hemen şimdi ekranda yazılı olan numarayı çevirirseniz..."
Aptal kutusunun sesini kıstı. Hızlı hızlı numarayı çevirdi. Bir dünya yaratmıştı bu kutu ona. Borçluydu. Tanrısına bir hediye sunmalıydı. O da beyniydi. Düşünme işini bırakmalıydı efendisine. Efendisi de... sunucuydu.
***
-9-
"90'larda hayat nasıldı?"
Sessizlik.
"Hey. Bir soru sordum..."
"Daha güzeldi." dedi gözyaşlarını silerken. "Daha güzeldi."
***
-10-
Bazen yazı yazmak bile zor geliyor bana. Bazen, hiçbirşey yapmadan oturmak istiyorum. Evet, oturup televizyon izleyesim var. Yarını, dünü ve bugünü düşünmek istemiyorum. Sonra gidip hayal kuracağım. Başkalarına ait olanları sahipleneceğim. Ve sanırım... mutlu olacağım.
***
-11-
Gitarını aldı eline. Bıraktı kendini. Zihninin bir köşesi hayretle izliyordu notaların bir bir doğuşunu. Ellerinde tuttuğu sadece bir gitar değildi. Onun diliydi, ağzıydı! Kimse lafını bölemezdi. O konuşuyordu. İnsanlar dinleyecekti.
"Matt! Haydi yemeğe!" ...insanlar bekleyecekti.
***
-12-
Bu hayatlar sizin değil. Bu hayatlardan biri benim değil.
"Yalancı."
"Ne olmuş yani? Bana soru sorsunlar istemiyorum. Ah insanoğlu!"
"Ne dersen de, hala koca bir yalancısın Daniels."
***

25 Kasım 2009 Çarşamba

...

Severim aslında hayal kurmayı. Uzaklara dalıp kendimi soyutlamayı. Güzeldir aslında yalnız olmak. Kafanı dinlemek dertlerini unutmak. Unutmasan bile onlardan uzaklaşmak. Kafana dank edene kadar yalnızlığın farkına varmamak. Sonra aniden tepetaklak olursun konuşmaya ihtiyaç duyar O'nu arar durursun... Fırsatlar böyle kaçıyor işte elinden. Azı için çoğundan vazgeçiyorsun. Sonra bir pişmanlık duyuyorsun ama geri dönemiyorsun. Yaptıklarının arkasında duramıyorsun. Görünmediğin olmadığın biri olmaya çalışıyorsun bazen de, gerçek yüzün görünmeyecek mi sanıyorsun birgün? Evet evet evet... sen söylemezsen kimse öğrenmez.Öğrenemez. O yüzden ağzını sıkı tut. Konuşma. Ayaklarını seke seke yürüme. Dans etme. Şarkı söyleme, kargalara acı. Mutluluk çınlayan sözler bitti artık. Bu kadar karamsar ol işte. Ve bu dediklerimin hiçbirini yapma.
Neyse kalın hadi sağlıcakla.

12 Kasım 2009 Perşembe

Dilek

Şakır şakır yağmur yağıyor,evde tekim aslında klasik yaptıklarımı yaptım,al kahveyi eline balkona çık ve yağmuru izle,aşağıdaki koşuşan çocuklara bak ve bir sürü anıyı hatırla,son olarak içine huzur otursun ve gitmesin.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Umutsuzluk

"Geri geldim."
"Hı?"
"Geri geldim." diye yineledim söylediğimi aynı ses tonuyla.
Surat ifadesi değişmişti biraz, sanki yumuşamıştı, ama yine de dehşet okunabiliyordu gözlerinden.
"Neden geldin?"
"İşte."
"İyi ama neden?"
"İşte dedim ya. Sağır mısın?"
"Teknik olarak kulaklarım olduğu söylenemez." dedi ukala bir tonda. Upuzun ve incecik kollarını bağladı.
"Ah evet. Edvard buna dikkat etmeliydi."
Bunu duyan Norveçli adam yaslandığı yerden belirli belirsiz gülümsedi. Güneşe dönük yüzü kıpkırmızı göğün altında canlı görünse de, güneş battıkça eski haline dönecekti.
"Daha iyisin ya Edvard?" dedim neşeli bir tonda.
"İyiyim ama yorgunum."
"Hangimiz değiliz ki?"
Yarı alaycı bir ses tonuyla cevap verdi Edvard'ın yanındaki arkadaşı:
"Senin pek yorgun olduğun söylenemez ama etrafındakiler öyle. Şu tiz sesinden olsa gerek."
"Yapma." dedi Edvard. "Zaten kendini kötü hissediyor. Şimdi iyice rahatsız edecek herkesi. Çığlık atmaya... Çığlık atmaya yeniden başladığında."
Sesini iyice alçaltarak cümlesini tamamladı ve arkadaşına birkaç şey daha fısıldadı.
"Üzüldün mü?" diye sordum zavallıya.
"Eh. Yanlış anlaşılmak daha çok üzüyor diyelim. Herkes benden korkuyor."
Edvard'ın arkadaşı zayıf bir şekilde güldü.
"Adıma korku filmi çevirseler yeridir."
"Çevirdiler zaten. Efsanesin artık."
"Böyle efsane olmak istemezdim açıkçası. Keşke onun gibi sevselerdi beni. Neydi o kadının adı? Mona mı?"
"Mona."
"Hah. Şanslı."
Saatime bakarken Edvard'ın zayıf öksürüklerini duydum.
"Biliyor musun Edvard, gidip dinlensen çok daha iyi olacaksın aslında."
Arkadaşı onun sırtını sıvazladı. Zavallı ise kocaman gözlerini dikmiş bana korkuyla bakıyordu.
Oslofjord göğü daha da kırmızı olmuştu artık. Gece vakti çok yakındı.
"Gidiyor musun? Lütfen biraz daha kal!"
"Biraz sesini alçalt, burada yanlız değilsin."
Sözümü bitirir bitirmez yandaki kadın belli belirsiz kıpırdandı. Gözlerini açıp kapadı, sonra tekrar uykuya daldı.
Zavallı arkasını döndü. Edvard ona tuhaf bir bakış attı, sonra ikisi de yüzünü bana döndü.
"Özür dilerim. Ama geri geleceksin değil mi?"
"Bilmiyorum."
Simsiyah kıyafeti içinde omuzları kıpırdadı. Derin derin içini çekti.
"Onlar da gittikten sonra..." dedi Edvard ve arkadaşını işaret ederek. "Yalnız kalacağım."
"Yalnız değilsin. Korkunç değilsin. Sen sadece yanlış anlaşılmışsın, zavallıcık." dedim ve kapıya doğru gitmek üzere yola koyuldum arkamda Oslofjord'u ve kıpkırmızı göğü bırakarak.
Son bir kez arkama baktım. Yine oradaydı. İri gözleri dolar gibi oldu, suratına hüzünlü bir ifade yerleşti ben bakınca. Edvard ve arkadaşının yanına başka biri daha eklendi ve uzaklara doğru yola koyuldular. Panikledi. Söylediklerini unutup bağırmaya başladı:
"GİTME! LÜTFEN!"
Tekrar baktığımda ise zaman donmuştu onun için. Kapana kısılmıştı. Yine dehşeti yüzünden okunuyordu:

"LÜTFEN GİTME!"

"Çığlık" ın dahi ressamı Edvard Munch'a bu teşekkür niteliğindeki kısa hikayeyi borç bilirim. Eserleri beni daima derinden etkilemiş, yazı ve çizimlerime ilham vermiştir. Huzur içinde yat, Edvard Munch (1863-1944).
Ruby D.